Motor sesinden modifiye araç egzoz dumanına bir solukta Formula1 ve İstanbul Park

featured

Duvar Gazetesi’nden Mühdan Sağlam bugünkü yazısında Formula1 ve İstanbul Park hikâyesini yazdı:

2005’te ilk damalı bayrağın sallandığı İstanbul Park pisti bu yıl Formula 1 yarışları kapsamında 9 yıl aradan sonra İstanbul Grand Prix’sine ev sahipliği yaptı. Yarış kadar Mercedes’in yıldız pilotu Lewis Hamilton’ın pistin yeniden düzenlenmesine itirazları gündem oldu.

İstanbul Park, inşası, maliyeti, sürecin yürütülmesi, ataletiyle bir Türkiye hikayesi. Gözler yarışta olsa da pistin 9 yıl neden işlemediği sorusu akıllarda yer etti. Bu yazıda bir Türkiye hikayesi İstanbul Park’a uzanacağız.

MECBURİ SEVGİ VE FORMULA 1

Hafta sonu ders ve üniversiteye hazırlığa mola vermek için açılan televizyon ve hep duyulan motor sesleri, “yine mi!” denerek kapanan kanal… Türkiye televizyonları gençlere nefes aralığı olacak yayınlardan uzak… İzleyenin cinsiyet değiştirdiği, ahlaksızlığı yayma kürsüsü başkanlığına terfi ettiği platformlar da yok tabii. Haftalarca devam eden bu inatlaşma televizyonun galibiyetiyle noktalanıyor. Webber, Schumacher, Alonso öğrenilen isimler arasına ekleniyor. Hangi takım, hangi marka yavaş yavaş öğrenme derken pist adlarına kadar ilerleniyor. Saat yönünün tersine göre akan San Marino favorilere ekleniyor. O pist ki dünyanın en iyi F1 pilotlarından 1994’da Ayrton Senna’ya mezar olmuş. Hikayeler detaylandıkça yarışa olan bağlılık artıyor.

Türkiye’de meşhur 3 Kasım seçimiyle AKP işbaşı yapıyor. Yine aynı dönemde bir söylenti çıkıyor, Türkiye de İstanbul’da bir pistle yarışa katılacak. Delişmen gençlik aklı “ama nasıl olur bu pistler ciddi yatırım, seyirci sadakati ister” diyorsa da bir bildikleri var denerek susuluyor.

Nihayetinde İstanbul Ticaret Odası, İstanbul Park pistinin yapımını üstleniyor. Pist için biçilen maliyet 25 milyon dolar. Elbette bir Türkiye gerçeği olarak evdeki hesap çarşı gerilimi yine tüm haşmetiyle karşımızda. 2005’te pistte ilk damalı bayrak dalgalanır. Ancak o bayrağın sallanmasını sağlayan maliyetin açıklananın 8 katı, 300 milyon dolar öğrenilir. Böyle bir yanlış hesaplamayı hangi fizibilite raporu açıklar anlamak çok zor… Tek bilinen İstanbul Ticaret Odası’nın yanına, İstanbul Valiliği, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve TOBB’un da katıldığı, ya da katılmak zorunda kaldığıdır zira halkın çok da bilmediği bu etkinlik bir izzeti nefis mücadelesine dönüşmüş, itibar için sınav olmuştur.

Peki bu yanlış hesapları yapanlar, ne yaptı, bir özeleştiri verdi mi, yargılandı mı kestirmek güç ama Türkiye’de olduğumuzu düşünerek bir şey olmadığını söyleyebiliriz.

ÂTIL KALAN PİST İLE GERÇEKLERLE YÜZLEŞEN TÜRKİYE

Başında sıkıntıyla başlayan işin devamında sıkıntılar bitmiyor. Büyük hayallerle başlayan İstanbul Park’ın gelişimi bir Türkiye hikayesi… Türkiye’nin kendini yükselen yıldız olarak göreceği dönemin başlangıcında 2005’te pist ilk yarışına ev sahipliği yapar. Suriye savaşının başladığı dönemde pist son yarışını yaşar. Kimse kusura bakmasın Türkiye Ortadoğu’ya Osmanlı hayalleriyle tüm gücüyle asılmışken dünya otomotiv markalarının vızıltısı çekilecek değildir, hem “ver mehteri” demek varken kimmiş bu Alonso…

İstanbul Park’ın yanlış hesabı sadece pistin inşasıyla kalmaz. Yapılan her yarışta katılımın gittikçe düştüğü görülür. Ancak pist inşa edilince “maliyet bitti” pozu yersizdir. Zira Forbes’e göre F1 gibi bir yarış ciddi mali taahhütlerle gerçekleşiyor, bir yarışın yalnızca düzenleme maliyeti 30 milyon doları, personel ve sigorta ücretleriyle beraber yıllık tutar yaklaşık 57 milyon doları buluyor. Maliyet kalemi böyleyken gelecek seyirci, ülke tanıtımı gelir kalemi oluyor. Pistin âtıl kalması, “ne olacak bu pistin hali” sorusuna neden oluyor. Pistten sorumlu olan şirket, Intercity Yönetim Kurulu Başkanı Vural Ak 2014’te verdiği bir söyleşide o soruya şöyle cevap verir:

“Maalesef, Türkiye’de canla başla motorsporlarını takip eden kişi sayısı 500’ü geçmiyor. Formula 1 çok pahalı bir organizasyon. Maliyeti çok yüksek. 500 kişi için Formula 1’i getirmeye değmez, manası yok. Elinde bedava davetiyesi olan bir dolu insan bile piste gelmek istemedi, gelmedi. Artık bu konuda ısrarcı değilim.” (1)

Aradan geçen 9 yılda, Türkiye’nin her iki karışlık toprağa rezidans dikme sevdası, köprüler, duble yollar söyleminde erime başlar… İstanbul Park âtıl bekler. Küçük bazı yarışlara ev sahipliği yapılırken Ankara, Ortadoğu sarmalında işlerinin istediği gibi gitmediğini görür. Üstelik ekonomide yavaş yavaş kazan kaynamaya başlar… 300 milyon dolara mal olan pist, bazen otopark olup bazen rallilere ev sahipliği yaparken, F1 ile arası hiç yoktur. Türkiye’ninse aynı dönemde Batı’yla ilişkileri ağızlarda kekremsi bir tat bırakır. Dahası, aynı esnada müteahhit, esnaf ve Anadolu sermayesi ortaklığında çatlaklar başlar.

İstanbul Park, eskimiş asfaltlarıyla sokaklardan başka kendisine yaşam alanı verilmeyen hayvanlara bazen sığınak olur. 300 milyon dolara bir hayvan barınağı yapılsa çok güzel olur, ama pistten barınak yapmak biraz tuhaf. Zaten ne yağmurdan, kardan ne soğuktan koruyor. Yerli üretim, azıcık yaratıcılıkla piste hakkını vermek, “hâlâ trafikte mi” denen şimdi fahiş vergiler nedeniyle kıymete binen kuş isimli araçlara nasip olur. Artık hırs ve yükselme arzusu dolu gözler ve kulaklar Mercedes, BMW, Ferrari’nin motor sesini, ünlü pilotlarını görmek ister ancak dev aynasına yansıyan şahin, doğan, muratların modifiyeli egzoz dumanı ve onların sürücü koltuğundaki bıçkın erkek ve kadınlardır.

HAMİLTON’IN ÇIKIŞI VE İTİBAR SAVAŞI

Türkiye’nin inşaatla yükseleceğini sanması ve usulsüzlüklerin, saçma demenin hafif kaldığı ÇED raporları, uluslararası denetimin olmadığı bir rahatlık sağlar. Kredilerle yapılan kamu özel işbirliği modelinin ürünleri köprü ve yollara verilen euro/dolar cinsi garantiler adeta sorgulanamazlık kılıfına bürünür. Bunu sorgulayan Çiğdem Toker gibi deneyimli ve örnek gazeteciler emsali görülmedik davalarla yüz yüze kalır.

Oysa benzer bir hikâye ihtişam hayalleriyle, yanlış fizibilite raporlarıyla İstanbul Park’ta da yaşanır. “Bir ticaret odası nasıl oluyor da maliyeti 8 kat yanlış hesaplar?” sorusu, Türkiye’yi kıskanan iç mihrakların yersiz şüpheciliğine terk edilir. “Bu kadar acele neden, illa pist mi olmalı, bu pistin getirisi götürüsü doğru hesaplandı mı? Kamu kaynağı kullanılıyor, öncelik neden pist?” soruları elbette gündeme getirilmez… Her yarışın maliyeti de…

8 virajlı bu pistin seyircisi bazen güzergâh bazen adını hiç duymadıkları bu etkinliğin neden önemli ve biletlerinin pahalı olduğunu sorgular. Neden 9 yıl aradan sonra yarış düzenlendiği de yanıtsız bir soru olarak kalır. Yeniden soralım: Neden İstanbul 9 yıl sonra F1 yarışına ev sahipliği yaptı? Formula 1 severlerin sayısı bu 9 yılda 10 milyon mu oldu? Dolar kuru lira karşısında eriye eriye bitme noktasına geldi de “aman yapalım zaten maliyeti çok düşük” deme noktasına mı gelindi? Öyleyse bundan gönlü kırılmasın diye kırk takla atılan piyasanın haberi var mı?

İstanbul’da 9 yıl aradan sonra yapılan yarışı pisti sert sözlerle eleştiren, savurganlığı anlamayan, ancak işinde de iyi olan Lewis Hamilton kazandı, dünya şampiyonluğu da cabası. Ancak dünya şampiyonu olmuş bu pilot, “bu kadar asfalta ne gerek vardı, temizleseniz pist için yeterli olurdu” çıkışı yaptı. Bu İngilizler de itibardan tasarruf olmayacağını hiç anlamıyor! Ey Hamilton seni altın varaklı sopalarımızla kovalarız bak(!). O asfalt ne ki biz hala pistin gerçekte ne kadara mal olduğunu, gerekip gerekmediği sorusuna yanıt bulamıyoruz. Lütfen kupanı al ve git Hamilton, Türkiye yükselen yıldız ve asfaltımız bol, sürekli dolar karşında değer kaybeden liramız ve gerçeklerden kopuk hayallerimiz de.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir