Orman yangınları ve terör…

featured

Gökçeada’nın gezilecek güzel yerlerinden biri de “Marmaros Şelalesi’dir”. Ormanlık bir alanın içinde kalmaktadır. Gökçeada’nın önemli tatlı su kaynaklarından birisi. Aynı zamanda dağ sporları sevenler için de oldukça ilgi çekici bir nokta olan şelale, oldukça zorlu bir ulaşım yoluna sahip.

Yollar arabayla gitmek için pek uygun değil 2,5 km. kadar da bir mesafe yürümeniz gerekiyor. Şelale, Yaz’ları oldukça kuru olduğundan, yangın tehlikesine karşı izin alınarak girilebiliyor.

Birkaç yıl önce Gökçeada’yı gezerken Marmaros Şelalesi’ni görmek istedim. Bir köy kahvesindeydim ve oradaki garsondan şelaleye nasıl gidebileceğimi ve yol tarifini sordum. Garson “Abi, ana yolu takip et, iki kilometre sonra sağa köy yoluna gir. Köy yolunda yine sağ tarafa açılan küçük patika yollar göreceksin. Temiz görünen patikaları geç. En kirli olan, poşet, bira kola ve su şişeleri, vs. gördüğün en kirli yola gir. Ağaçlar ve yolun üstündeki çalılar bile kirlidir. İşte o patika sizi Marmaros Şelalesi’ne götürür” dedi.

Ve ben gerçekten kılavuz olacak derecede bir kirlilik sayesinde yolumu buldum. Üstelik yol boyunca kendin pişir kendin ye yöntemine uygun yakılan ateşlerden geriye kalmış artıkları gördüm. Oraya giderken de izin alacak hiçbir görevliyi görmedim. Bir kez de ormanda çocuklu bir aileye rastladım. Orman içine doğru yokuş yukarı zorlanarak yürüyorlardı. Sorduğumda, “yola yakın kısımlarda gören olur. Ormanın içine uzağa gidip orada mangal yakacağız!” demişlerdi.

Ormanlarda yangın çıkmasının en önemli nedenlerinden biri sigara izmariti, piknik yapıp ateş yakmak ve cam parçalarıdır. İçki içenler özellikle şişelerini kırmaktadırlar. Oysa ki kırık bir cam parçası güneş ışığı altında mercek görevi yapar. Güneş ışığı camda yoğunlaşır değdiği yeri ısıtır ve ateş çıkartır. Fakat orman yangınları yalnızca cam kırıklarından, söndürülmeden atılan sigara izmaritlerinden, taştan ocak yapıp ateş yakmaktan kaynaklanmaz. Pet şişelerinde çok az da olsa kalan su, şişenin kıvrımına göre güneş açısını bulduğunda mercek görevi görerek ışığı bir noktada toplayıp ateşin çıkmasına ve çevredeki kuru otların, dalların ve diğer yanıcı maddelerin tutuşmasına neden olabilir.

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de özellikle yaz aylarında içimizi acıtan, gönlümüzü yakan orman yangınları meydana geliyor. Binlerce ağaç cayır cayır yanarak kül oluyor ve binlerce hayvan kavrularak ölüyor. İnsan ölmediğinde seviniyoruz ama yanan-ölen binlerce hayvan da can taşıyor, yuvaları da yanıyor. Ancak bunlardan bir kısmı kundaklama ve sabotaj sonucu PKK tarafından gerçekleştiriliyor veya onlar tarafından sahipleniliyor.

Türkiye’nin terörle mücadelede başarılı olması bu bebek katili örgütün orman yakma gibi haince yöntemlere başvurarak gelişmekte olan turizmi baltalama, böylece Türkiye ekonomisine zarar verme iştahlarını kabartmaktadır.

Orman yangınları Turizm dışında ormanda mevcut ekosistemi de yok etmekte; ormanda yaşayan canlılar yanarak can vermekte, insanların ve hayvanların yaşam alanları daralmakta ve hava kirliliğine neden olmaktadır. Elbette ki orman ürünlerine bağlı sanayi de büyük zarar görmektedir.

Teröristlerin orman yangınları çıkarmadaki en büyük amaçlarından biri de zayıflayan, dağılmak üzere olan ve can çekişen örgütlerine moral sağlamaktır. Yani, “Biz halen ölmedik, yaşıyoruz.” diye psikolojik mesaj vermek.

Hangisi doğru?

Sabah Gazetesindeki köşe yazısında Hıncal Uluç bu teröristlerin çıkardığı orman yangınlarına medyanın yer vermesinin onların “Dehşet ve Korku” yaratma amacına hizmet ettiğini 14/10/2020 günlü “Terörün amacını iyi bilmemiz gerek!..” başlıklı yazısında ileri sürmüş, ancak ne garip bir rastlantıdır ki aynı tarihli Sabah Gazetesinin “Günaydın” isimli ekinde Mevlüt Tezel “Solcular ve sanatçılar PKK’nın esiri oldu.” başlıklı bir yazı yayınlamış.

Bu yazıda Halit Ergenç, Bergüzar Korel, Cem Yılmaz, Şahan Gökbakar, Tarkan, Bülent İnal, Murat Yıldırım, Kenan İmirzalıoğlu, Engin Altan Düzyatan gibi sanatçıların Gezi’deki ağaçlar, Kaz Dağları’ndaki altın arama ve benzeri olaylarda tepki gösterip tweet attıklarını, sosyal medyayı kullandıklarını hatırlatılarak, Hatay’daki yangında suskun kaldıkları ileri sürülüp şöyle deniliyor:   “PKK orman yakınca ölü taklidi yapıyorsunuz! Bu ne yaman çelişkidir? Hatay’da hükümeti eleştirecek malzeme çıkmadı mı? Şimdi bu halk sizin samimiyetinize nasıl inanacak? (…..) Suskunlar! Hatay yanarken neden sustunuz?

Yani özetle aynı gazetenin bir köşesinde Hıncal Uluç bu sanatçılara: “Benim gibi örgütün tuzağına düşmeyen tüm meslektaşlarıma ve tuzağa balıklama dalanların gazına gelmeyip sosyal medyayı kullanmayan ve beklemeyi tercih eden, başta Cem Yılmaz ve Halit Ergenç, tüm ünlülere teşekkür ederim” derken; aynı gazetenin bir başka yazarı aynı kişileri suskun oldukları için “PKK’nın esiri olmakla” suçluyor.

Bu nasıl bir çelişkidir? Hangisi doğru derken, zaten ender ve zor yetişen sanatçılarımızı bir kalemde terör örgütlerinin esiri göstermek ve teröristlerin ekmeğine yağ sürmek doğru mudur? sorusunun cevabını vermek gerekir!

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir