MHP Lideri Bahçeli’den 6’lı ittifaka zor soru: ‘Çürük adayınız ne zaman ortaya çıkacak?

Partisinin grup toplantısında konuşan MHP Lideri Devlet Bahçeli, "Bizim adayımız, Cumhur İttifakı'nın adayı bellidir. Korkmayın, kaçak güreşmeyin adayınızı ilan edin de boyunuzun ölçüsünü görelim." açıklamasında bulundu.

featured

Partisinin grup toplantısında konuşan MHP Lideri Devlet Bahçeli, ekonomiye ilişkin önemli değerlendirmelerde bulundu. Bahçeli, “Fiyat artışları, zamlar, hayat pahalılığı, hepsi gelip geçicidir. Vatan olmadıktan sonra az yesek ne olur, çok yesek neye yarar?” dedi.

MHP Lideri Devlet Bahçeli, partisinin grup toplantısında açıklamalarda bulundu. Millet İttifakı’nın adayını belirleyememesi ile ilgili de konuşan Bahçeli: “Aday enflasyonuyla vakit geçirenlere diyorum ki bizim adayımız bellidir, sizin çürük adayınız ne zaman ortaya çıkacaktır? İlan edin adayınızı da boyunuzun ölçüsünü görelim.” ifadelerini kullandı.

MHP Lideri Devlet Bahçeli, partisinin grup toplantısında açıklamalarda bulundu.

Bahçeli’nin konuşmasından satır başları:

”Haftalık olağan Meclis Grup Toplantımıza başlarken hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Toplantımızı yurt içinden ve yurt dışından takip eden aziz vatandaşlarımıza, gönül ve kültür coğrafyalarımızda yaşayan değerli kardeşlerimize en kalbi selamlarımı iletiyor, alayını birden hasretle kucaklıyorum.

Küresel ve bölgesel gelişmelerin sancılı seyrine baktığımızda güçlü bir devlete, tarihi ve kültürel birikimiyle öne çıkmış köklü bir millet geleneğine sahip olmanın ne kadar önemli olduğu daha iyi görülecektir. Uzak geçmişten bugüne, devletini kaybetmiş toplumlarla, iç barış ve dengesini bulamamış, bu nedenle istiklal ve istikbalinden mahrum kalmış devletlerin yol açtığı vahim karmaşa dünya genelinde büyük krizlere davetiye çıkarmıştır.Hayatın ve siyasetin olağan akışı içinde ağır veya arızi sorunlar hiçbir zaman eksik olmayacaktır. Asıl marifet, asıl kabiliyet dönem dönem yeşeren ve hatta kesintisiz yaygınlaşıp yumak haline gelen sorunlara teslim olmak değil, onları çözecek irade maharetini her zaviyede sergileyebilmektir. Meselenin can alıcı noktası, sorunun değil çözümün bir parçası olabilmektir. Esen ilk rüzgara boyun eğilseydi, çıkan ilk zorluk karşısında teslim bayrağı çekilseydi ne tarih, ne millet, ne de devlet var olabilirdi. Yapmak yerine yıkmayı tercih edenlerin, sinekten yağ çıkarmak için eleştiri kuyruğuna girenlerin bu düşüncemizi anlamasını beklemesek de hiç olmazsa üzerinde biraz tefekkür etmelerini tavsiye etmek en tabii hakkımızdır.

Aziz Atatürk 1937 yılındaki bir demecinde şunları söylemişti:

“Ben, 1919 yılı Mayısında Samsun’a çıktığım gün elimde maddî hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk milletinin soyluluğundan doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevî bir kuvvet vardı. İşte ben bu milli kuvvete, bu Türk milletine güvenerek işe başladım. Ben Türk ufuklarından bir gün kesinlikle bir güneş doğacağına, bunun sıcaklık ve kuvvetinin bizi ısıtacağına, bundan bize bir güç çıkacağına o kadar emindim ki, bunu âdeta gözlerimle görüyordum.”

Merhum Mazhar Müfit Kansu “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber” isimli eserinde, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın felaketler ve yokluklar içinde nasıl bir mücadele azmi gösterdiğini detaylarıyla anlatmıştı.

Gazi Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları, Sivas’tan Ankara’ya gelirken, lütfen dikkat buyurunuz, ceplerindeki para 20 yumurta, 1 okka peynir, 10 ekmek almaya güç bela yetmişti. Yol harçlığı için aldıkları para da borçtu. Bindikleri eski püskü üç arabaları vardı ve ikisinin lastikleri dolmaydı. Paraları yoktu, kazanacak imkanları yoktu, yiyecekleri yoktu, giyecekleri yoktu, elde yok avuçta yoktu, ancak muazzam bir inançları vardı, yılmaz bir mizaçları vardı, taviz vermeyen bir istiklal iradeleri vardı.

Esir yaşamaktansa seve seve şehadeti göze almış sarsılmaz bir duruşları vardı. Türkiye Cumhuriyeti işte böylesi bir mücadeleyle taçlandı. Milli Mücadele yıllarında mesela Antepliler muhteşem bir vatan savunması yapmışlardı. 103 yaşındayken ebediyete irtihal eden Antepli merhume Hatice Köse büyüğümüz bakınız açlık ve yoksullukla pekişmiş o yılları nasıl anlatmıştı:

“Biz o zamanlar çocuktuk. Bir buğday tanesine bile muhtaçtık. Annem bizi savaş döneminde bir süre kaleye götürmüştü. Kalede yiyecek bulamadığımız zamanlarda annem ot toplar ve onları kaynatmaya başlardı. Anneme, “ne oldu?” diye sorduğumuzda pişiyor derdi. Bu süreç biz uyuyana kadar devam ederdi. Ama bunları dert etmezdik. Çünkü bilirdik ki, vatan kurtarılacaktı.”

Vatan olmadıktan, millet yaşamadıktan sonra az yesek ne olur çok yesek neye yarar?

Vatan namustur, namusun fiyatı ve ekonomik değeri ise asla olamayacaktır. Sakarya Savaşı öncesi yayımlanan Tekalif-i Milliye emirlerini hatırlayınız, maddi imkansızlıklar içinde kıvranan, düşmanın karşısına imanıyla etten duvar ören Türk askerinin her türlü ihtiyacının karşılanması için aziz Türk milleti seferberlik içinde hareket etmişti. Kimisi bir çift çorap, kimisi bir torba bulgur, kimisi bir çuval un, kimisi sahip olduğu bir binek hayvanı gönül huzuruyla ordusuna vermişti. Türk milleti bütün maddi ve manevi varlığını vatanı için ortaya koymuştu. Ve ne takdir edilecek bir gerçektir ki, Tekalif-i Milliye kapsamında milletten alınan ne varsa Cumhuriyet’in kuruluşunu müteakiben peyderpey hak sahiplerine iade edilmişti. Kılıçdaroğlu’nun, geçtiğimiz günlerde CHP Parti Okulu’nda Atatürk’ü anlamak konulu ders verdiği medyaya yansımıştı. Acaba anladığı neydi, anlattığı nelerdi? İster istemez merak ediyor ve sormaktan kendimizi alamıyoruz.

“KILIÇDAROĞLU TÜRKİYE’NİN AYAK BAĞIDIR”

Bilmediği ve tanımadığı bir şeyi, bir kişiyi anlatmaya çalışmak sadece cahillere özgü bir tutumdur.

Kaldı ki bugünkü CHP’nin neresi Atatürk’ün CHP’sine benzemektedir?

Atatürk tam bağımsızlıktır, Kılıçdaroğlu ve zillet ittifakı tam bağımlılıktır.

Atatürk Milli Mücadele’dir, Kılıçdaroğlu ve zillet ittifakı gayri milli odaktır.

Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’nin banisidir, Kılıçdaroğlu ve zillet ittifakı Türkiye’nin ayak bağıdır.

Atatürk inanmış bir Türk milliyetçisidir, Kılıçdaroğlu ve zillet ittifakı kozmopolit, küreselci, köksüz, kimliksiz, kalpsiz ve kapasitesizdir.

Zillet ittifakına kulak verirsek, sürekli olarak battığımızı, bittiğimizi, iflas ettiğimizi, heba ve heder olduğumuzu takılmış plak gibi söyleyip duruyorlar.

Kılı kırk yaran tecrübi akıldan yoksun kalmışlar. İradeleri, yalçın kayalıkların ardına hapsedilmiş. Millete hem şuur alanında hem de duygu planında mensubiyet duymaktan da acizler. Bakınız ne diyordu Merhum Mehmet Akif Ersoy:

Batmazdı bu devlet, batacaktır! demiyeydik.

Batmazdı, hayır batmadı, hem batmayacaktır.

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ve Türk vatanını kurtaran muhteşem meziyet, haksız yenilgiye uğramış soylu bir medeniyetin tüm coğrafyasını kucaklayan, bu medeniyetin ve onun sahibi millet cevherinin onurunu ve haysiyetini kahramanca savunan şeref timsalidir. Bizler bu şeref timsalinin emanetçileriyiz. Bağımsız bir vicdan, hür bir kafa eşliğinde, ışık diye ateşe koşanları devamlı uyarıyoruz, zilletin kurduğu tuzakları işaret ediyoruz.

Merhum Cemil Meriç’in şu ibret verici sözlerinin tıpkısının aynısı zillet ittifakında buluşan partiler için de geçerlidir:

“Zavallı Türk aydını! Batılı dostları alınmasınlar diye hazinelerini gizlemeye çalışır. Sonra unutur hazineleri olduğunu! Düşman putlarını takdis eder, hayranlıkla benimser.”

Sözde aydınlar ile Türkiye’yi badireden badireye sürüklemeyi hedefleyen zillet ittifakı birbirinin mütemmim cüzüdür. Bunların aralarında hiçbir fark yoktur. Ağızlarına ne milleti alırlar, ne de devletin hak ve çıkarlarını. Sanki ağaç kovuğundan çıkmış gibilerdir. Sadece kötümserlik servisi yapmazlar, aynı şekilde kötülük de yayarlar. Dünyayı okuyamazlar, çağın gelişmelerini anlayamazlar, Türkiye’nin nereden nereye ulaştığını fak edemedikleri için gerçekleri küstahça çarpıtırlar, her konuyu derinlemesine istismar ederler.

Vatan ve millet uğruna katlanılmış çileleri bilmezler, soylu fedakarlıkları bir türlü kabullenemezler. Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey’i, geçtiğimiz 10 Nisan günü şehit edilişinin 103’üncü yıl dönümünde duayla andık. Bu kahraman, bu vatanperver, bu milletsever kaymakamımız, İstanbul Bayezid Meydanı’nda kurulan idam sehpasına 35 yaşında çıkarıldığında hala unutulmayan şu sözlerle haykırmıştı:

“Ben bir Türk memuruyum. Sizlere yemin ederim ki masumum. Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa, kahrolsun adalet. Asil Türk milletine çocuklarımı emanet ediyorum. Borcum var, servetim yok. Üç çocuğumu millet uğruna yetim bırakıyorum. Yaşasın millet.”

Merhum şehidimiz haksızlığa uğramıştı, zulme maruz kalmıştı. Sevdası millet, gücü devletti.
Maalesef bir komploya, bir iftiraya kurban gitti. Borcu vardı, sızlanmadı, şikayet etmedi, yalnızca görevini yaptı. Türk milleti yeri geldi vefasını gösterdi, imkanlar nispetinde şehit kaymakamımızın ailesine el uzatıldı.

24 Temmuz 1922 tarihinde Dahiliye Vekaleti tarafından İcra Vekilleri Heyeti’ne gönderilen yazıda, dul eşine ve yetimlerine vatana hizmet tertibinden maaş bağlanması talep edildi.
Bu bir şükran ifadesi, bir nebze de olsa adalet tecellisiydi.

İcra Vekilleri Heyeti, yani Bakanlar Kurulu da Türk milletinin alicenaplığını gösterdi.

27 Temmuz 1922’de konuyla ilgili bir kararname yayımlanarak, Boğazlıyan Kaymakamı Şehit Mehmet Kemal Bey’in muhterem eşi Hatice Hanım ile oğlu Adnan Efendi’ye bin kuruş aylık bağlandı. Demek istediğim şudur: Haksızlıklar elbet bir gün maşeri vicdanın müdahalesiyle telafi edilir.

Ekonomik sıkıntı varsa, eli birliği yaparız, güç birliği yaparız, inanç birliği yaparız, hepsini aşarız. Mağduriyet yaşayan varsa, günü saati geldiğinde devlet ve millet dayanışmasıyla hak ettiği sosyal ve ekonomik seviyelere mutlaka çıkartırız. Sabırla, sebatla, metanetle, geçmişimizden aldığımız ilham ve itibarla geleceğimizin çok daha iyi olacağını bilmek ve buna inanmak durumundayız. Ters propagandalara aldırış edemeyiz. Akıntıya karşı kürek çekemeyiz.

“ZAMLAR GELİP GEÇİCİDİR”

Uçurumları kapatan köprülerin yıkılmasına sabır gösteremeyiz. Mesele az yedik çok yedik, aç gezdik tok gezdik meselesi değildir. Bugün yoksa yarın olacaktır, bugün eksikse yarın tamamlanacaktır. Yeter ki Türkiye Cumhuriyeti egemenlik haklarıyla var olsun. Yeter ki Türk milleti ebediyete kadar yaşasın dursun. Fiyat artışları, zamlar, hayat pahalılığı, hepsi gelip geçicidir. Dün böyleydi, bugün böyledir, yarın da akıbet aynı olacaktır. Müslümana karamsarlık haramdır. Mübarek Ramazan günlerinde bize has davranış kalıbı olan hüsnü zandan taviz vermemek esas olmalıdır. Türkiye’nin zora girmesini siyasal rant olarak görenler, bu suretle bir iktidar devşireceklerini zannedeler tek kelimeyle kifayetsiz muhterislerdir.

Bunlar Türk milletinin ekmeğine, erdemine, enerjisine, emeğine ve emanetlerine hasım olmuş meymenetsizlerdir. Biz, bir tas hoşaf, kuru bir ekmek yiyerek Çanakkale’de direnmiş bir milletiz. Dangul dungul konuşan Kılıçdaroğlu ve zillet ittifakı neyden bahsediyor? Türkiye’yi hangi hakla kötü gösteriyor? Bozgunda fetih rüyası görüyorlarsa, bu rüyalarının kabusla biteceğini görmeleri de mukadderdir. Hisarımızda gedik açtırmayız. Kalemizi düşürmeye kalkışanlara göz açtırmayacağız. Cumhur İttifakı, hezimet ve hüsranın dışında kalp sefası arayan aziz milletimiz için parlak bir deniz feneridir. Bütün yalanların maskesini indirmek, bütün oyunları bozmak için tetikte bekleyen fazilet ve feragat kuvvetidir. Türkiye has bahçemizdir. Türk milleti medarı iftiharımızdır.

Muzır ve mıymıntı bir muhalefet olan Zillet ittifakı peşin hükümdür, siyasi tortudur, donmuş hevestir, katılaşmış vicdandır, sefalete düşmüş siyasettir. Bu ittifak cephesinin yaptığı şudur.
Anlaşmazlıkları çoğalt ve körükle, düşmanlıklara dönüştür. Her şey yorum işidir, bir konu için, saptırılmış ve yanlış bin yorumu ağız birliği halinde imal et ve yaygınlaştır.

Kaşıkçı davasını kasten çarpıtanlar, Türkiye’nin üç beş kuruşa adaleti sattığını iddia edenler zillettedir. Türkiye’nin bir moratoryuma gidebileceğini yazıp çizenler zillettedir. Zamlardan şikayet edip, sonra da dönüp İstanbul’da toplu taşıma araçlarına yüzde 40 zam yapanlar zillettedir. Terörist Demirtaş ile Sorosçu Kavala’nın mahkeme kararları için şaibeli diyenler zillettedir. Cumhurbaşkanı adayının hüviyeti üzerinde tartışmaların körüklenmesi, o mu olsun, bu mu olsun, yoksa bir tavşan adayı ifşa edelim de asıl adayı geride mi tutalım arayışları zillet bir senaryodur. Henüz bunlara ajansları icazet vermemiştir. Henüz küresel efendileri bir adayı işaret etmemiştir.

“NE ZAMAN ORTAYA ÇIKACAK?”

Birbirlerinin kuyusunu kazıp aday enflasyonuyla vakit geçirenlere diyorum ki, bizim adayımız, Cumhur İttifakı’nın adayı bellidir, peki sizin çürük adayınız ne zaman ortaya çıkacaktır?

Neyi bekliyorsunuz? Kripto talimatların yolunu mu gözlüyorsunuz? Haydi gösterin adayınızı?

Cumhurbaşkanı adayını belirlemekten mahrum ve aciz bir ittifakın Türkiye’yi yönetmesinden, Türkiye’ye yön vermesinden, geleceğe taşıma iradesinden bahsetmek mümkün müdür?
Zillet ittifakının belirlenecek adayı göstermelik olacağına göre, müstakbel başbakan da hazırda beklediği biliniyorken, bu kadar ayak oyununa, bu kadar gürültüye, bu kadar polemiğe ne gerek vardır? Korkmayın, kaçmayın, kaçak güreşmeyin, ipe un sermeyin, cambazlığa heves etmeyin, eklektik ve mütereddit davranmayın, ilan edin adayınızı da boyunun ölçüsünü görelim.

“TÜRKİYE ZİLLETE DÜŞMEYECEKTİR”

Devlet kurumlarının kapısına dayanan, en son olarak da Et ve Süt Kurumu’na musallat olan Kılıçdaroğlu ise etap etap Türkiye Cumhuriyeti’nin sabrını test eden, programlanmış bir işgalin provalarını yapan zırvadır, zorbadır, zillettir. Türkiye zillete düşmeyecek, millet zilletin belini sandıkta kıracaktır. Güvence Cumhur İttifakı’dır. Ümit kaynağımız milli iradedir. Biliniz ki, Türkiye, tefekkür ve tezekkür edilen Türkiye’den çok daha büyüktür. İçinde bulunduğumuz zor günler yakında geride kalacaktır. Türkiye Cumhur İttifakı’yla yükselecektir. İstikbalin süper gücü Türkiye Cumhuriyeti olacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi de bu geleceğe heyecanla, cesaretle, inanmışlıkla, dağları delen bir sevdayla hizmet edecek, mutlaka da başaracaktır.

Hiç şüphe yok ki, bizim 53 yıllık mazimiz, Türklüğün zorlu mücadele tarihinin tipik bir örneği, ibret veren bir emsalidir. Kuruluşları ile iftihar ettiğimiz devletlerimizin zamanla nasıl yıkıldıklarını sorgulamaktan kaçınırsak karşımızdaki süreci doğru okumamız mümkün olmayacaktır.

Bu itibarla üzerinde yaşadığımız, stratejik tehditlerle kuşatılmış coğrafyamızda muktedir bir devlet beka düzeyinde bir ihtiyaçtır. Suriye’den Ukrayna’ya, Irak’tan Yemen’e gördüğümüz ve şahit olduğumuz gerçekler bu ihtiyacın ne denli elzem ve mühim olduğunu bir kez daha teyit etmiştir. Devlet milletiyle bir bütündür, devlet milletiyle güçlüdür. Birisi olmadan diğerinin anlamı yoktur. Jeo-politik ve jeo-stratejik hesaplaşmaların artış kaydettiği günümüz dünyasında milli devletlerin tekrar cazibe odağı olmaya başladığı da bir gerçektir. Devlet yoksa barış yoktur, gelir yoktur, ekonomi yoktur, huzur yoktur, umut yoktur, bağımsızlık yoktur.

Bizim yönetim felsefemizin özü, devletle millet kaderinin bir ve aynı olmasıdır. Türk milleti devlet yapan, devlet kuran, bu kapsamda dünya çapında mukayeseli üstünlüğe sahip beşeri bir kudrettir. Geçmişimizde yaşananlar bunun delil ve ispatıdır. Biliyoruz ki, 17 soylu kuruluş, aynı zamanda 16 hüzünlü yıkılışın sonucudur.

Bu sonuçta zaferlerle ve başarılarla dolu sayfalar kadar, zorlu ve sıkıntılı dönemler de vardır.
“Yıkmaktaki zafiyetimizi, kurmaktaki maharetimizle” telafi ederek daha fazla yol almamız mümkün değildir. Yaklaşık iki asırlık küresel dayatma siyasetinin sonucunu, yalnızca son çeyrek yüzyılın siyasetine takılarak çözemeyeceğimiz de açıktır.

Bugün, Türk milletinin üzerinde oynanan oyunların başlangıcının yirminci asrın başındaki stratejik senaryolarda ve sömürge projelerinde saklı olduğunu görmeden sorunları ele almak bizi yanlışa götürecektir. Bizleri doğru bir sonuca götürecek yaklaşım, Türk milliyetçiliğinin, Türk tarihi ve Türkiye Cumhuriyeti içindeki yeri ve öneminin doğru analizinden geçmektedir.
Bu bizi vazgeçilmez bir gerçeğe ulaştırır ki, o gerçek de ebedi vatanımız Anadolu’da, Türkiye Cumhuriyeti çatısı altında yaşamaktan başka tercihimizin ve düşüncemizin olmadığıdır.

O halde, yeni bir bin yılı yakalamak, geçmiş bin yılların acı ve tatlı tecrübelerini tanımaktan ve onları tam bir tarafsızlıkla özümsemekten geçmektedir. Geleceği konuşmaktan korkanların ve kaçanların, geriye takılıp kalmaları ve yalnızca geride kalanları konuşmaları esasen bu yüzdendir. Ama benim onlara da bir tavsiyem olacaktır: Gözlerini geleceğe, ufka çevirmeseler bile; geçmişe, doğru ve tahlilci bir anlayışla baktıklarında;

⦁ Gafil yönetimler elinde zayıflamış milli kimliğin,
⦁ Töreden uzaklaşma ile tahrip olmuş esenliğin,
⦁ Kısır ve basit menfaat kavgalarının kaybettirdiği coğrafyaların;
⦁ Düşülmüş tuzaklar, aldanılmış oyunlarla çözülen millet birliğinin,
⦁ Elbette ve en önemlisi, başkalaşma, yabancılaşma ve yozlaşma ile bozulan değerlerin ve kaybedilen özgüvenin, bir büyük milleti nasıl taviz, teslimiyet ve tükeniş döngüsüne mahkûm ettiğini görebilmeleridir.

 

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir