Meral Akşener: “O ucube kanalı yapmalarına, Marmara’yı ölüme mahkum etmelerine izin vermeyeceğiz.”

featured

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuştu.

Partisinin TBMM’de gerçekleştirilen grup toplantısında canlı yayında dikkat çeken açıklamalar yapan İYİ Parti lideri Meral Akşener, “Sayın Erdoğan’ın daha önce ekonomi bizim işimiz dediğinde başımıza gelenler ortada. Bu konuda ‘Bu bizim işimiz’ dediği anda ben titremeye başlıyorum. Tansiyonum değişiyor” ifadelerini kullandı.

Akşener’in açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

“1500, 1600 lira emekli maaşı alan bir insan neyle geçinir kardeşim?”

Sakın Erdoğan’ın yerlilik ve millilik nutuklarına aldanmayın. Milletin güvenini istismar eden bu iktidarın, Türkiye’ye verecek bir şeyi kalmadı. Sen sarayında sefa sürerken milletimizin feryadı her geçen gün artıyor. Zor zamanlarda devletlerini yanlarında görmek istiyorlar. 1500, 1600 lira emekli maaşı alan bir insan neyle geçinir kardeşim? Evi kendisinin bile olsa geçinemez, aç kalır.

“Seni oraya boş kalmasın diye mi oturttular?”

Bu bela yeni değil, ilk defa 2007 yılında ortaya çıktı. O felaket ancak 2 yılda temizlenebildi. Yeniden ortaya çıktığında, bilim insanları başta bakanlık olmak üzere ilgili yetkilileri uyardı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ne yaptı? Mayısın ortalarına kadar bunun sıradan bir plankton artışı olduğunu, numune almaya bile gerek olmadığını söyledi. Son bir haftada müsilaj kıyılarımızı sarıp gündem olunca nihayet bakanlık acil durum eylem planı yapmaya karar verdi.

Akşener, “Umarım TRT ve Meclis televizyonu kapatmaz” sözleriyle Safranbolulu kıraathanecilerin pankartını açtı.

Onlarca bilim insanının uyarılarına kulak vermeyen bakanlık, Sayın Erdoğan ‘çevre bizim işimiz’ deyince sonunda adım attı. Devletin bakanı, “Cumhurbaşkanımızın talimatıyla” demeden adım atmıyor. Kardeşim, sen bu konunun bakanı olarak ne işe yarıyorsun? Seni oraya boş kalmasın diye mi oturttular? Sağa sola git, fotoğraf çektir, bir de maaş al diye mi oturttular? Senin işin bu değil mi, 8 ay önce bambaşka açıklamalarla sorunu görmezden geldiniz. Bugün sırf Erdoğan parmak şıklattı diye acil eylem planı hazırlama yarışına girdiniz.

“Bu bizim işimiz’ dediği anda ben titremeye başlıyorum”

Sayın Erdoğan’ın daha önce ekonomi bizim işimiz dediğinde başımıza gelenler ortada. Bu konuda ‘Bu bizim işimiz’ dediği anda ben titremeye başlıyorum. Tansiyonum değişiyor. Şimdi de çıktı, ‘Çevre bizim işimiz’ dedi. Nasıl bir endişe duyuyorum, anlatamam size. Sayın Erdoğan’ın çevreciliği de ekonomistliği gibiyse milletçe büyük bir tehlikeyle karşı karşıyayız.

Sayın Erdoğan; sen kafanı kuma gömmekte ısrar etsen de bu dertlerin hepsi gerçek. Notlarımızı alıyoruz. Çözümleri için çalışıyoruz.

“İlk sandıkta seni gönderip…”

Allah’ın izniyle ilk sandıkta seni gönderip, hepsiyle ilgileneceğiz. Ama bu sırada, sen sarayında sefa sürerken, milletimizin feryadı her geçen gün artıyor.

Hangi ile, hangi ilçeye gitsem vatandaş dertli. Zor şartlarda devletlerini yanlarında görmek istiyorlar, ama seslerini duyan yok.

Bu insanları, daha ne kadar duymamazlıktan geleceksin? Daha kaç iş yerinin, kepenk kapatmasını bekleyeceksin?

Milletimizin çilesine, daha ne kadar seyirci kalacaksın? Böyle bir yönetim anlayışı olabilir mi? Böyle bir umursamazlık olabilir mi? Böyle bir vicdansızlık olabilir mi? Yazıktır, günahtır.

Marmara Denizi’ndeki müsilaj sorunu

AK Parti iktidarı, Türkiye’yi her alanda beladan belaya savururken, biliyorsunuz, Marmara Denizi de bir felaketle boğuşuyor.

Müsilaj adı verilen deniz salyası, Marmara’daki deniz yaşamını ve kıyılarımızı tehdit ediyor. Bir şeyin altını özellikle çizmek istiyorum: Bu bela yeni değil. İlk olarak 2007 yılında ortaya çıktı. Bugünküne göre çok daha küçük boyuttaki o felaket, ancak iki yılda temizlenebildi.

Peki sonra ne oldu? 2020 yılının Kasım ayında, yeniden ortaya çıktığında bilim dünyası, başta Bakanlık olmak üzere, ilgili birimleri uyardı, ‘Önlem alın’ dedi. Peki Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ne yaptı?

Mayıs’ın ortalarına kadar, bu salgının sıradan bir plankton artışı olduğunu, numune almaya bile gerek olmadığını söyledi. Ama son bir haftada, musilaj kıyılarımızı sarıp, gündem olunca, nihayet Bakanlık, ‘Acil durum eylem planı’ yapmaya başladı.

Onlarca bilim insanının, aylardır yaptığı uyarıya kulak asmayan Bakanlık, sustu sustu, en sonunda Sayın Erdoğan, ‘çevre bizim işimiz’ deyince, nihayet adım attı.

İşe bakar mısınız? Şu üstün liyakate bakar mısınız? Devletin bakanı, ‘Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatlarıyla’ demeden işe başlayamıyor. Bilimin uyarısı yetmiyor. Vatandaşın tepkisi yetmiyor. Bu işinin ehli arkadaş, Sayın Erdoğan parmak şaklatmadan adım atamıyor.

“O ucube kanala izin vermeyeceğiz”

Anadolu’nun irfanını, ferasetini gördük. Aslında bu sözlerin üzerine benim söz söylemem doğru değil ama su konusu ile ilgili, kuraklık ile ilgili arkadaşlarımız çalıştılar. Çözüm önerilerimizi anlatacağım. Biz Türkler için ağaç kutsaldır. Ağaç kutsallığı genetiğimize, kültür kodlarımıza iliştirilmiş bir konu.

Bugün ağacına, ormanına, denize sahip çıkmayan bir iktidar var. Türkiye’nin her bir noktası iktidar tarafından esir alınmış durumda. Bu çürümenin ortasında milletimiz iş, can derdindeyken iktidar hala satmanın, o beş müteahhitin kasasını doldurmanın hala Kanal İstanbul’un derdinde.

Bu ihanete geçit vermeyeceğiz. Fatih’in İstanbul’un boğazına o yağlı ilmeği geçirtmeyeceğiz. Marmara ölürken, deprem tehdidi ortadayken o ihale kenelerinizin daha fazlası semirmesine müsaade etmeyeceğiz. O ucube kanala izin vermeyeceğiz. Bu proje bir proje değil düpedüz bir soygun planıdır.

Buradan o ranta göz diken, bu soyguna ortak olmaya heveslenen kim varsa onlara seslenmek istiyorum. Boşuna heveslenmeyin. Bu devran dönüyor. İlk seçimde bu iktidar gidiyor, bu saray sefası bitiyor. Şimdiden uyarıyorum o kutlu gün geldiğinde, bir kuruş bile alamazsınız. Sayın Erdoğan ve AK Parti iktidarına güvenip sakın ola bu hukuksuzluğa, vicdansızlığa ortak olmayın sonra çok üzülürsünüz. Bir kuruş alamayacaksınız, ödemeyeceğiz.

Ülkemiz hayati risklerle karşı karşıya kalıyor. Maalesef artık ülkemizin önündeki en büyük tehlikelerden biri de susuzluk. Bu sene yaşadığımıza benzer kuraklıkları önümüzdeki yıllarda da yaşayacağımız öngörülüyor.

Hükümetler Arası İklim Değişiklikleri panelinin son raporuna göre, sıcaklık artışları 2050 yılı için 2,5-3 derece civarında olacak. Bu yüzyılın sonunda 6 dereceyi bulacak. Bugün sıcaklığın bir derece artması kum fırtınalarından, kasırgalara, aşırı yağmurlara sayısız felakete neden olurken sıcaklık 6 derece arttığında yaşayacaklarımızı siz düşünün. İklim, kuraklık ve susuzluk anlamında dünyada artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Önlem almadığımız taktirde her şey daha kötüye gidecek.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir