Meral Akşener’in Türkçülük ile kavgası! Nihal Atsız ve Cemil Meriç’i bile okumamış…

Her fırsatta Sultan Abdülhamid’e saldıran ve hakaret eden İYİ Parti lideri Meral Akşener’e Türk milliyetçilerinden tepki yükseliyor. Makam sevdası uğruna HDP ile ortaklığa bile razı olan Akşener’in hakaret ettiği Abdülhamid Han için Türk milliyetçilerinin duayen yazarları Nihal Atsız ve Cemil Meriç bakın ne demiş…

featured

HDP ile 6’lı masada buluşan, terörden hapis yatan Selahattin Demirtaş ile kahvaltıda sözleşen İYİ Parti Genel Başkanı Merak Akşener, karara bağlanan Gezi davası sonrasında, iktidarı hedef alarak, ağırlaştırılmış hapis cezası alan kuzeni Osman Kavala’ya sahip çıkmıştı.

Akşener, konuşmasını, 1908’de Osmanlı padişahı Abdülhamid’e karşı isyan edenlerin öne çıkan sloganıyla bitirmiş, “Topçu Kışlası hayallerine kapılanların karşısında, dimdik duran çapulcuları da olacak. İşte o nedenle buradan, bir kez daha ilan ediyorum: Parola vatan, işareti namus! Kahrolsun istibdat, kahrolsun zulüm! Yaşasın hürriyet, adalet, müsavat ve meşveret!” demişti.

Meral Akşener’in Osman Kavala’yı neden bu kadar savunduğu belli oldu!

İTTİHAT VE TERAKKİ’YE SAHİP ÇIKMAKTA SAKINCA DUYMADI

Akşener, geride kalan gün katıldığı canlı yayında sözlerini savunmaya devam etmiş ve “Bu istibdat düzenine karşı başkaldırıdır. Buranın öznesi eğer Abdulhamid ise arkadaşlar öyle diyorsa, bugünün öznesi Recep Tayyip Erdoğan’dır” ifadelerini kullanmıştı. Akşener, İttihat ve Terakki’ye sahip çıkmakta sakınca duymadığını söylemişti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Akşener’in kendisini hedef alan sözlerine, Adana’da yaptığı konuşmada cevap verdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan Meral Akşener’e: Sen kim Abdülhamid Han’a saygısızlık kim!

”ABDÜLHAMİD HAN HAYATI BOYUNCA MÜCADELE ETTİ”

Gençlik Şöleni’ne katılan gençlere, “Siz, Abdülhamid’ten bugüne ecdadın tümünün temsilcisi olan gençliksiniz.” diye seslenen Erdoğan, “Abdülhamid Han hayatı boyunca devrinin emperyalistleri ve onların maşalarıyla mücadele etmiş bir millet sevdalısıdır. Varsın, birileri Gezi Olayları’nı Abdülhamid’in devrilişine yorsun…” dedi.

Akşener’in saygısızlık yaptığını vurgulayan Erdoğan şunları söyledi:

‘’SEN KİM ABDÜLHAMİD’E SAYGISIZLIK YAPMAK KİM?’’

“Gençlerimizin kimin kim olduğunu, hangi müşterekte buluştuğunu bilmeye hakkı var. Siz bunlara hak ettikleri cevabı verecek gençliktesiniz. Abdülhamid’e dil uzatan hanımefendiye sormak lazım, hasta diye tabir edilen Osmanlı’yı bir karşı toprak kaybetmeden yöneten Abdülhamid’e hakaret haddini aşmaktır ve bu millet onlara hakkını bildirecektir.

Meral Hanım sen kim, Sultan Abdülhamid’e saygısızlık kim? o 6’lı masadan 3 tanesi var ki, bugüne kadar Abdülhamid’e laf söyletmemişlerdi, ne oldu bunlara? Ona laf anlatanlara haddini bildiremediler.

33 yıl, dile kolay, bu millet ecdadına hakaret edenlere haddini bildirecektir. Bu akşam buradan ben ilk sinyali veriyorum.”

AKŞENER, NİHAL ATSIZ VE CEMİL MERİÇ’TEN HABERSİZ

Abdülhamid Han ile ilgili söylediği sözler nedeniyle tarih bilgisi sorgulanan Akşener’in, ‘’Türk Milletinin referans kalemlerinden Hüseyin Nihal Atsız ile Cemil Meriç’ten habersiz’’ olduğu yorumları yapıldı.

Zira Abdülhamid düşmanlarına en güzel cevabı, yıllar önce Türk Milliyetçilerinin simge isimlerinden Hüseyin Nihal Atsız ile Cemil Meriç, yazdıkları yazılarla vermiş.

NİHAL ATSIZ: ABDÜLHAMİD HAN KIZIL SULTAN DEĞİL, ‘GÖK SULTAN’DIR

Abdülhamid Han’a hainlerin, ‘’Kızıl Sultan’’ dediğini vurgulayan Atsız, O’nu Gök Sultan olarak tanımlayarak şu ifadeleri kullanıyor;

Toplumun en büyük haksızlığına uğramış tarihî şahsiyetlerden biri, II. Abdülhamid’dir. Kendisinden önceki devirlerin ağır yükünü omuzlarında taşıyan, en güvenebileceği adamların ihanetine uğrayan ve dağılmak üzere olan içi dışı düşman dolu bir imparatorluğu 33 yıl sırf zekâ ve hamiyeti ile ayakta tutan bu büyük padişah kaatil, kanlı, müstebit, kızıl sultan, cahil ve korkak olarak tanıtılmış, daima aleyhinde işleyen bu propagandanın tesiriyle de böyle tanınmış talihsiz bir insandır.

Daha ilkokul sıralarında belirli bir propagandanın tesirinde kalmaya başlayarak, yaşları ilerledikçe telkinler ile büyütülen nesillerin, o propagandanın yalanlarını bir gerçek gibi benimsemelerinden tabii ne olabilir?

Öğren yavrum ki

On Temmuz bayramların en büyüğü

Esir millet böyle bir gün zincirini kırdı, söktü.

Ondan evvel geçen günler, bilsen yavrum ne siyahtı.

Milletin her iyiliğini düşünecek padişahtı;

Halbuki o zaman sultan, insan değil, canavardı.

Canlar yakar, kan dökerdi, millet ondan pek bizardı!

gibi saçmalar, kim bilir hangi kırılası kalemlerle yazılarak okuma kitaplarına geçiyor, körpe beyinlere Sultan Hamid düşmanlığı aşılıyordu.

Bu düşmanlığı aşılayanlar ilkönce ittihatçılar, yani hürriyet kahramanları (!), yani Sultan Abdülhamid’in 33 yıl ayakta tuttuğu imparatorluğu 10 yılda dağıttıktan sonra memleketten kaçan kişilerdi.

İttihatçılardan sonra da Ermeniler, Rumlar, Yahudilerdi. Yani, yabancıları işe karıştırarak Türkiye’yi batırmak için Osmanlı Banka-sı’nı basan, Anadolu’da kargaşalık çıkaran ve Avrupa’ nın gık demesine meydan vermeden Sultan Abdülhamid tarafından tepelenen Ermeniler ; yani Balkanlara saldırıp karışıklık çıkarmak ve yine yabancıların da işe karışması ile Türkiye’yi parçalamak isterken Sultan Hamid tarafından 1897 de tepelenen Yunanlılar ( ve bizdeki adı ile Rumlar); ve Filistin’de bir Yahudistan kurmak teşebbüsleri Sultan Hamid tarafından önlenen Yahudilerdi.

Sultan Hamid, bin türlü siyasi tertiple bu azınlıkların azgınlıklarını yere sererken, onlarla birleşerek padişahı tahtından indiren kabadayılar:

Türk, Musevi, Rum, Ermeni,

Gördük bu rûz-i rûşeni!

Şarkısını, bu unutulmaz ahmaklık ve ihanet bestesini söyleyerek meydanları çınlatıyor, Birinci Dünya Savaşı ile mütarekesine kadar Musevi, Rum ve Ermeni vatandaşların nasıl bir “rûz-i ruşen” beklediklerini anlamamak, anlayamamak gibi bir alıklıkla bir imparatorluğu idare ettiklerini sanıyorlardı.

Sultan Hamid’i iyice anlamak için tahta çıktığı zamanı iyi bilmek lâzımdır. Sultan Aziz’in son zamanlarındaki çöküntü sırasında, memleketi yürütmek için beliren iki akımdan liberalizmi V. Murad, muhafazakârlığı II. Abdülhamid temsil ediyordu. Liberaller, İngiltere ve Fransa’ya bakarak parlâmento ile her şeyin düzeleceğine inanıyor, muhafazakârlar, 30 milyonluk imparatorlukta 10 milyon Türkün hâkimiyetini Çağlamak için mutlak idareye lüzum görüyordu. Masonlar, Sultan Murad’ı da mason yapmışlardı. Gerçek yüzünü Sultan Murad’a göstermeyen masonluğun arkasında ise yahudilik ve Avrupa emperyalizmi vardL

ilk Meşrutiyet Meclisinde, Hıristiyan mebusları, Türkiye’nin bir an önce parçalanması için Ruslar ile savaşa şiddetle taraftar olmuşlardı. Ve gerçekten de neredeyse imparatorluk dağılacaktı. Sultan Hamid, bunu gördükten sonra, meşrûtiyeti devam ettirseydi, elbette ki yanlış bir iş yapmış olurdu.

Müslüman olmayan mebuslarla birlikte, dışardan körüklenen Arap ve Arnavut milliyetçiliklerine de set çekmek üzere Meclisi kapatması. Sultan Hamid’in en büyük başarısı ve hizmetidir. Bu meclis kapatılmasaydı ne olacaktı? 8 milyon hıristiyan ve 12 milyon müslüman yabancıya karşı, kültür seviyesi hepsinden geri 10 milyon Türk’le bu devlet nasıl tutulacaktı?

Demokrasi bir çoğunluk rejimi olduğuna göre. Türklerden çok olan Araplar, mesela, resmî dilin Arapça olmasını teklif etseler ve Arnavutları da yanlarına alsalar, sonuç ne olacaktı? Bütün Türk olmayanlar birleşerek Osmanlı imparatorluğunun Avusturya – Macaristan gibi federatif bir devlet olmasını isteseler, bunun, nasıl önüne geçilecekti? Karışmak için fırsat gözleyen Avrupa devletlerini kışkırtmak üzere demokratik nümayişler yapılsa, bu, ne ile önlenebilecekti?

İşte Sultan Hamid, Meclisi kapatarak bütün bu tehlikeleri önledi ve tahtından indirilmeseydi, daha da önleyecekti.

Fakat onun hizmeti bu kadar da değildir. 1877 -1878 savaşından yenilerek çıkan Osmanlı ordusunu, o zamanın en mükemmel silâhları ile, meselâ mavzer tüfekleriyle silâhlandırdı. Denizci devletlerin ve Rusların denizden yapmaları mümkün taarruzlara karşı, İstanbul ve Çanakkale boğazlarını tahkim etti. Ve, Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerle Fransızların 18 Mart 1915 saldırıları bu istihkâmla durduruldu.

Mükemmel kurmaylar yetiştirdi. 1914-1918 Savaşı ile İstiklâl Savaşı’nı bunlar idare ettiler. Sultan Aziz’in, Ruslarla çarpışıp Kırım’ı kurtarmak için hazırladığı donanma, denizcilik tekniğinin değişmesi karşısında değerini kaybetmişti. 8-10 mil giden gemilerle artık iş görülemezdi.

Bunları kadro dışı ederek iki zırhlı ile iki kruvazör aldı. Büyük Osmanlı borçlarının üçte ikisini ödedi. Pek çok okul açtı. Pek çok yol ve köprü, ayrıca hastahane ve çeşme gibi hayrat yaptırdı. Görülmemiş bir haber alma şebekesi kurdu. Yabancı elçilerden bile casusları vardı.

Avrupa’da kuş uçsa haberi oluyor, aleyhimizdeki kararları önceden öğrenerek tedbirini alıyordu. Hilâfeti, Osmanlı Hanedanından almak için Mısır’da kurulan gizli bir derneğin üyelerinden biri Sultan Hamid’in adamlarından biri idi. Balkanlıların mezhep ve milliyet ayrılıklarını körükleyerek birleşmelerine engel olduğu gibi; İngiliz, Alman ve Rusları da birbirine düşürerek aleyhimizde birleşmelerini engelledi.

Bunları yaparken de vezirlerinden, paşalarından kimseye güvenmemekte ne kadar haklı olduğunu zaman göstermiş ve koca vezirler, hiç sıkılmadan, yabancı elçiliklere, konsolosluklara sığınmışlardı.

Çok namuslu ve dindar bir adam olduğu için, asla kan dökmemiştir. Mithat Paşa’yı öldürttüğü hakkındaki söylenti iftiradır. Gerçi o, Mithat Paşa’dan şüphe ediyor, onun Sultan Aziz’i öldürtmüş olduğuna inanıyordu. Fakat dindar bir insan olarak, kan dökmekten, bütün hayatınca çekinmiş, Mithat Paşa ile arkadaşlarının idam kararlarını müebbet hapse çevirmişti. İsteseydi idam kararını imzalayamaz mı idi? Buna hangi kuvvet engel olabilirdi? Bunu yapmayarak, sonra Taif’te suikasta girişecek kadar az zekâlı mı idi?

Memleketi doğudan tehdit eden Moskof emperyalizmi ile batıdan tehdit eden Avrupa emperyalizmi ve onun temsilcisi İngiltere’ye karşı devleti savunan Sultan Hamid, ayrıca azınlıklar ve gaafil hürriyetçiler ile de uğraşmaya mecbur olmuş, güneyden gelen siyonizme de göğüs germiştir.

Sultan Hamid için, Osmanlı imparatorluğunu, soyumuzun düşmanı Moskoflarla hilâfetin düşmanı İngiltere’ye, devletimizin düşmanları siyonizme ve azınlıklara, rejimin düşmanı hürriyetçilere karşı savunmak meselesi ve vazifesi vardı. Bunun için de, kendisinin, devlet başkam kalması gerekti. Kendisi çekilirse, devletin tutunama-yacağı hakkındaki düşüncesinin doğruluğu, çok geçmeden gerçekleşmiştir.

Şimdi, bu kadar büyük bir dâvânın karşısında, Peyami Safa’nın ileri sürdüğü İsmail Safa’-nın sürgün edilmesi gibi hâdiselerin ne ehemmiyeti olabilir? İsmail Safa ne istiyordu? Oğlunun iddiasına göre hürriyet!

Yani meşrutiyet, serbest seçim. Yani bir alay Arap, Arnavut, Ermeni, Rum, Bulgar, Yahudi ve Sırp’ın Türkiye’nin kaderi hakkında söz sahibi olması… Şimdi akıl, anlayış, vicdan ve millî şuur sahibi olarak düşünelim: Böyle bir sonuca razı olunabilinir mi?

Sultan Hamid, sürgün ettiklerine aylık da bağladığına göre, Anadolu’nun en sağlam havalı yerlerinden biri bulunduğu, ahalisinin dinç ve gürbüz yapısı ile belli olan Sivas’ta İsmail Safa’-nın ölmesi Sultan Hamid’in kabahati mıdır? Verem olan İsmail Safa. İstanbul’da kalsaydı, ölmeyecek miydi?

Babasına karşı beslediği sevgi dolayısıyla, Peyami Safa’nın bazı özel düşünceleri olması tabiidir. Fakat, her gün binlerce kişiye seslenen bir yazarın. Sultan Hamid gibi büyük bir padişahı Osmanlı sultanlarının en cahili ve kanlısı diye göstermeye kalkması, doğru mudur?

“Bu dünyada herkes bir çok şeyin cahilidir. Yeter ki kendi işinin cahili olmasın!”. Kendi işinin ehli olduğunu bin bir delille isbat etmiş bulunan Sultan Hamid ise asla cahil değildir. Onun bir yüksek okul ve hattâ lise diploması yoktu. Fakat özel öğretmenlerle hayattan ve içinde yetiştiği büyük ve muhteşem hanedandan çok cevherli şeyler öğrenmişti.

Ressam, hattat ve musikişinas idi. Doğu ve batı dillerinden bazılarını İnliyordu. Kurduğu çok değerli Yıldız Kütüphanesi, bugün, Üniversite Kütüphanesi’nin temelini teşkil etmektedir. Bayezid Umumi Kütüphanesini de yine o kurdu. Yani Sultan Hamid, Türk kültürüne kütüphane kurarak, pek çok okul açarak ve ilmi eserler yazdırarak hizmet etti.

Onun kaatil olduğu yalan, kızıl sultan olduğu iftiradır. Avrupalıların ve Ermenilerin yakıştırdığı kızıl sultanlığı benimsemek, onların emellerine hizmet etmek olmaz mı?

Sultan Hamid, kızıl değil “Gök Sultan”dır. Herkeste bulunması mümkün ufak tefek kusurlarım şişirip erdemlerini inkâr etmekle ne Türk tarihi, ne de Türk milleti bir şey kazanır. İsmail Safa, İngiliz-Boer savaşında, İngilizlerin bir başarısını, onların elçiliklerine giderek tebrik ettiği için, Sultan Hamid tarafından, haklı olarak, sürgün edilmiştir.

Belki İsmail Safa, o zaman, İngilizlerin nasıl bir Türk ve müslüman düşmanı olduğunu bilmiyordu. Fakat, geniş haber alma imkânları ile her şeyi bilen Sultan Hamid, memleket aydınlarının düşman elçilikleriyle temasına müsaade edemezdi.

Şimdi insafla düşünülsün: Hiçbir sebep yokken, sırf yurtlarındaki elmas madenlerini zaptetmek için, bir avuç Boer’e büyük ordularla saldıran İngiltere’yi tebrik etmek hangi hürriyetçilik anlayışının sonucudur?

O günkü İngiltere’yi Boerleri yendi diye tebrik etmekle, bugünkü Moskofları Finlere karşı başarılarından dolayı alkışlamak arasında ne fark vardır?

Merhum Gök Sultan Abdülhamid Han, bütün hayatında bir fikir, devleti ayakta tutmak ve hazırlanmak için yaşadı. Siyasî dehası ile Avrupa’yı ve Moskof u oyalıyor, bir yandan da demiryolu ve okul ile Türk milletini kuvvetlendirmeye çalışıyordu.

Sultan Hamid ile onun düşmanları olan hürriyetçileri ölçüştürmek için, yalnız şu noktaya bakmak yeter: Hürriyet kahramanları (!), hürriyeti yok edip yüzlerce masumu astırdıktan sonra kaçtılar.

Gök Sultan, bir tek siyasi idam yapmadanken korkunç siyasi güçlükleri atlatarak 33 yıllık saltanatında devleti ayakta tuttuktan sonra tahtından indirilirken, Moskof çarının Rusya’ya davetini; Selânik’ten Alman gemisiyle İstanbul’a gelirken de Alman İmparatorunun davetini reddederek vatanında bir sürgün ve mahpus gibi yaşamayı tercih etti

Türkiye, dört sınırında yangınlar olan bir ev, Sultan Hamid, o yangınların eve bulaşmaması için hızla koşarak ateşe su serpen, kum döken ve keçe kapatan bir savunucu idi. Bu koşuşmaları sırasında yoluna çıkan bir iki çocuğa çarpıp düşürdüyse, suç onun değildir. Çünkü, yurdun çevresinde yangınlar göğe yükseliyor ve Gök Sultan, alevleri içeri sokmamak için didiniyordu.

Ve sokmadı da…

Ne diyelim? Durağı cennet olsun..

”ABDÜLHAMİD KATİYEN ZALİM DEĞİLDİ”

Cemil Meriç ise Kızıl Sultan lâkabının tarihin en büyük yalanı olduğunu vurgulayarak, şunları söylüyor;

Abdülhamid katiyen zalim değildi. Adına ve hatırasına eklenen “Kızıl Sultan” lâkabı tarihin en büyük yalanı. Boğdurulup yok edilen devrimci talebeler masalı yalan, çuvallara dikilip Boğaz’ın sularına atılan saraylı kadınlar hikâyesi yalan!

”ŞİDDETTEN NEFRET EDERDİ”

Tam tersine… Abdülhamid şiddetten nefret ederdi. Tahammül edemezdi kan akmasına, maddî eza duyardı. Nefret ederdi darağacından. Affetme salahiyetini her vesileyle kullanırdı. Hatta suiistimal ederdi. Nizamî muhakeme tarafından verilen idam hükümlerinin hemen hepsi otomatik olarak sürgüne tahvil edilirdi.

Siyasî hasımlarına karşı başlıca silahı sürgündü. Ustaca derecelendirilmiş bir sürgün: Yemen veya Fizan’da gözaltında bulundurulmaktan tutunda Payitaht’tan az veya çok uzak vilayet veya kazalarda valilik veya kaymakamlığa kadar. Sürgüne yollanılan maaş alır, iaşe ve ibatesi temin edilir ve daima Payitaht’a dönmek ümidini muhafaza ederdi. Çok defa efendi olarak gidilir, bey olarak dönülür, paşa olarak dönülürdü. Belki bu da bir hesaba dayanıyordu.

Abdülhamid’in ayırıcı vasfı trimetrik (düzenleyici) olmaktır, kombinezonlara bayılır, kesin çözümlemelerden hoşlanmaz. Hiçbir bağlılığı önceden reddetmez, sönmez bir kin tutuşturmak istemez. Şiarı: korksunlar ama nefret etmesinler.

”MUNSİF VE ÂDİL OLUŞUNU POLİTİKAYA ATFETMEK DOĞRU OLMAZ”

Bir kelimeyle faydacı ve şüpheci. Ne var ki, bu vasıflarının altında hakşinas ve âdil bir hükümdar saklıdır. Tebaalarının – siyasî olması da- medenî haklarına saygılı herkesin mülkiyet hukukuna riayetkâr bir padişah.

Uzun süren saltanatı boyunca, makamından faydalanarak meşru olmayan bir kazanç elde etmeğe kalkıştığı veya birinin rızası hilafına ve kanunî bir tazminat ödemeden malını gasp ettiği görülmemiştir. Demek ki, munsif ve âdil oluşunu sadece hesaba ve sadece politikaya atfetmek doğru olmaz.

 

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir