Emin Çölaşan yazdı: “Ankara’nın başkent oluşunun perde arkasını biraz olsun bilmek gerekir”

featured

Usta gazeteci Emin Çölaşan’ın Ankara’nın başkent olma macerası başlıklı yazısı şöyle:

Sevgili okurlarım, bugün günlerden 13 Ekim… Ankara’nın başkent oluşunun 97. yıl dönümü.

Bu olay ve sonrası, yakın tarihimizin ilginç kesitlerinden birini oluşturuyor.

Bu süreci iyi bilmek gerekiyor… Çünkü dün yaşadıklarımız, bugün tanık olduklarımızın adeta bir kopyası.

Yıl 1923… İstiklal Harbi kazanılmış, vatan kurtarılmış, yeni bir devlet kurulmuş.

★★★

Yoksul, çaresiz, savaş yorgunu ama onurlu Türkiye, ayaklarının üzerinde durmaya çalışıyor.

Elde avuçta sefalet, fakirlik ve her şeyi ile çökmüş bir vatandan başka bir şey yok. Yol yok, fabrika, sanayi, ticaret, ihracat, insan gücü, hiçbir şey yok.

Salgın hastalıklar yaygın, elde yeterli doktor yok.

Çoğu savaşlarda şehit düşmüş.

★★★

24 Temmuz 1923… Uzun müzakereler ve tartışmalar sonrasında Lozan Antlaşması imzalanıyor, vatanın bağımsızlığı diğer uluslar tarafından kabul ediliyor, başımızdaki kapitülasyon belası kaldırılıyor.

Aradan kısa bir süre geçiyor…

13 Ekim 1923. Tek maddelik bir kanunla, Ankara’nın başkent olması Meclis tarafından kabul ediliyor.

Bozkırdaki tozlu, bakımsız, yolu, suyu, konutu olmayan Anadolu kasabası, artık yeni devletin simgesidir.
İlk aşama bu…

★★★

Aradan 16 gün geçiyor ve 29 Ekim 1923 günü Cumhuriyet ilan ediliyor. Süreç artık başlamıştır. Gazi Mustafa Kemal
Atatürk’ün önderliğindeki genç devlet, dünyaya karşı kişiliğini adım adım kazanacaktır.

Ankara’nın başkent olduğu, Anayasa’ya bir yıl sonra konuluyor. Bunun için önce halifeliğin kaldırılması bekleniyor.

★★★

Şimdi gelelim öykümüzün en can alıcı bölümüne…

Ankara başkent olmuştur ama savaşta yendiğimiz emperyalist ülkeler bu kararı tanımazlar.

Evet, yanlış okumadınız.

Tanımazlar!

Osmanlı döneminde, hepsinin büyükelçiliği eski başkent İstanbul’dadır. Temsilciliklerini Ankara’ya getirmeyi reddederler.

Türk hükümeti bunlara sürekli çağrıda bulunur ama sonuç değişmez.

Dünya diplomasi tarihinde böyle bir olay olmamıştır.

Direnenlerin başını İngiltere çekmektedir.

Fransa, İtalya ve diğerlerinin tavrı da aynıdır.

Arşivler artık açıldı. Bu büyükelçiliklerin kendi ülkeleriyle bu konuda yaptıkları resmi yazışmalar bugün elimizde. Bunlarda hep şu görüşe yer verilir:

“Cumhuriyet rejimi tutmayacak ve çökecektir. Dolayısıyla, İstanbul yeniden başkent olacaktır. Büyükelçiliğimizi Ankara’ya taşımaya gerek yoktur.”

★★★

Aradan iki yıl geçer. 1925 yılında yeni başkent Ankara’da sadece iki büyükelçilik vardır.

Sovyetler Birliği ve Afganistan.

Genç Cumhuriyet rejimi, bunu bir onur sorunu yapar. Sürekli girişimlerde bulunur ama sonuç alamaz.

Onlar da bir yerde haklıdır!

İstanbul’daki büyükelçilikleri genelde Boğaz kıyısındaki saraylarda ya da kentin en seçkin yerlerindedir. Sosyete, kaymak tabaka oralardadır.

Şimdi ne yapacaklardır kalınacak bir oteli, yolu, suyu bile olmayan bozkır kasabası Ankara’da!

Gerçi Cumhuriyet hükümeti onlara kasabanın en çok gelişecek yerlerinde büyükelçilik binalarını yapsınlar diye bedava arsalar vermiştir ama kime ne!

★★★

İstanbul’daki İngiltere Büyükelçisi Henderson, Londra’ya şifre yazıyor:

“Ankara’nın başkent olarak kalması Mustafa Kemal’in plan ve ihtirasları için gereklidir. Ben bugünkü Büyük Millet Meclisi’nin iki yıllık ömrü olacağını ve Ankara’nın da en az iki yıl daha başkent kalacağını sanıyorum. İstanbul’un çekim gücü fazladır ama Türk hükümetini tekrar Boğaz kıyısına çekebilmek için iki yıldan fazla zaman geçebilir.”

★★★

Bu gelişmeler sonrasında aradan tam altı uzun yıl geçer ve direniş cephesi 1929 yılında önce İtalya ile çökmeye başlar.

Bu ülke, büyükelçiliğini İstanbul’dan Ankara’ya taşımaya karar verir.

Ardından Fransa çözülür…

Ve İngiltere, büyükelçiliğini İstanbul’dan Ankara’ya 1930 yılında, Ankara’nın başkent oluşundan tam yedi yıl sonra getirir.

Ankara’nın başkent olmasından sonra yaşanan serüvenin bir bölümü işte böyledir!

Genç Cumhuriyet rejiminin bu emperyalist ülkelerle savaştan sonra bile her konuda nasıl boğuşmaya zorlandığını, adamların bizi nelerle uğraştırdığını, ayağımıza çelme takmak, bizi zayıf düşürmek, peşlerinden koşturmak, incitmek, küçümsemek ve adam yerine koymamak için ne gibi oyunlara başvurduğunu görüyor musunuz!

★★★

Ankara’nın başkent olmasından sonraki olayları, Büyükelçi Bilal Şimşir’in “Ankara Ankara. Bir Başkentin Doğuşu” isimli kitabından okuyunuz. (Bilgi Yayınevi).

Bir ibret belgesidir. Şimşir bu “macera romanını” belgelerle aktardıktan sonra şöyle diyor:

“Böyle bir ‘ikilik’ tarihte görülmüş değildir. Bir devletin başkenti bir şehirde, o devlette görevli yabancı diplomatik temsilciler ise başka şehirde! Yeryüzünde hiçbir devlete böyle bir muamele reva görülmemiştir. Başka devletler de tarih içinde başkent değiştirmişlerdir. Başkent değiştirmek veya yeni bir başkent kurmak, bir devletin egemenlik hakkıdır. Başkentini değiştirdi diye cezalandırılan yalnız Türkiye olmuştur. Ankara’yı başkent yaptı diye yeni Türk rejimi yıpratılmak, devrilmek istenmiştir. Türk’ün en doğal hakkı, adeta bir suç gibi görülmüştür. Türk ulusu bu en doğal hakkını kabul ettirebilmek için akla karayı seçmiştir.”

★★★

Sevgili okurlarım, bozkır kasabası Ankara’nın başkent oluşu öyle sıradan, rastgele bir olay değildir.

Bir zincirin halkalarından biridir.

Perde arkasını biraz olsun bilmek gerekir.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir