Ekonomide sarsıntı büyük!

2020 yılından en fazla umuda sahip olanların başında Türkiye’de ekonomi yönetimi geliyordu. Ağustos 2019’da Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nda yapılan değişiklikler ile birlikte hızlı bir kredi genişlemesine başlamayı tercih eden ekonomi yönetimi, her ne kadar döviz kurlarında ve enflasyonda istenen istikrarı yakalayamamış olsa da kredilerdeki canlanma ile birlikte 2019 yılının son çeyreğini önceki yıla göre büyüme ve istihdam açısından olumlu geçirdi. 2020 yılı başı itibariyle de bu büyümenin hızlanması için bizim ısrarla eleştirdiğimiz faiz indirimleri hız kesmeden devam etti.

Nitekim 2019 yılının son çeyreği itibariyle başlayan hareketlenme, birçok makroekonomik göstergede de kendini belli etti. En nihayetinde de yılın ilk çeyreğinde 2019 yılı ilk çeyreğine göre Türkiye ekonomisi %4,5’luk bir büyüme yakalamayı başardı.  Bu büyüme rakamı bize 2019 yılının ilk üç ayına göre 2020 yılının ilk üç ayında Türkiye’deki ekonomik aktörlerin (hanehalkları, firmalar, devlet vs.) toplamda reel olarak (yani fiyatlardan bağımsız olarak) daha fazla mal ve hizmet harcaması yaptığını ya da gelir elde ettiğini ya da üretim yaptığını ifade eder.

Ancak Türkiye ekonomisinin büyüme hızının arttığı dönemlerde karşı karşıya kaldığımız yapısal sorunlar da hemen varlığını belli etmeye başladı. Türk lirasının değerinin düşmesinin en temel ekonomik nedenlerini oluşturan, ithalatta, cari işlemler açığında ve enflasyonda artış. Mart ayına geldiğimizde göstergeler bir miktar buraları işaret etmeye başlamıştı ki bir anda pandemi her şeyi allak bullak etti. Ekonomimizin normal zamanlarda yaşadığı sorunlar bir kenarda dururken, tüm dünyayı kasıp kavuran olağanüstü bir döneme geçiş yaptık ve aradan tam tamına üç ay geçti.

Salgının yarattığı sağlık riski ve beraberinde gelen mecburi önlemler, tüketiciler açısından iş ve gelir kaybı demekti. Üreticiler için ise kapasite kaybı ve yine gelir kaybı anlamına geldi. Bütün bu süreçleri hep birlikte zaten izledik. Ekonomide ciddi bir bunalım yaşandığını hep birlikte gördük elbette ancak bu gelen tsunaminin ne büyüklükte bir etki yarattığını ise ancak öncü verilerle birlikte görmeye başladık.

Mesela TÜİK, cuma günü krizin etkisini tam anlamıyla gösterdiği nisan ayı sanayi üretim endeksi verilerini yayınladı. Ocak ayında geçtiğimiz yıla göre %8,5 artan, şubat ayında yine %7,5’luk artış gösteren endeks mart ayında pandeminin de ayın ikinci yarısındaki etkisiyle %2’lik bir düşüşe işaret etmişti. Son açıklanan rakam ise sanayi üretiminde nisan ayında daralmanın geçtiğimiz yıla göre %30’u aştığını gösteriyor. Bu büyüklükte bir düşüşü Türkiye’nin hiçbir krizde yaşamadığını söylersem ne demek istediğim daha iyi anlaşılır sanırım.

Üretici tarafında durum bu iken tüketicilerin taleplerindeki daralmayı da işletmelerin cirolarından görmek mümkün. Yine TÜİK’in aynı gün yayınladığı rakamlara baktığımızda ekonominin genelinde ciro kaybının nisan ayında bir önceki yıla göre %20 olduğunu görüyoruz. Bu açıdan baktığımızda pandeminin ilk ayının ekonomik bir felaketle bizi karşı karşıya getirdiği oldukça net görülüyor.

Ezcümle hükümetin hızlı faiz indirimleri ile üretim ve tüketimi canlandırma stratejisi, ekonomiyle hiç ilgisi olmayan salgın gibi bir nedenden ötürü yılın dördüncü ayı itibariyle çöktü. Daha fazla ucuz faizle kredinin işe yaramadığı bir dönemde yapılması gerekenlerin başında ise tüketicilerin iş ve gelir kaybını ortadan kaldırmak geliyordu. Bunu da maalesef yeterince başaramadık.

Haziran ayı itibariyle başlayan “normalleşmenin” ikinci bir dalgaya neden olup olmayacağı ise hepimizin aklındaki en temel soru işareti! Bunu da bir sonraki yazıda ele alalım.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir